Tarihsel
paradigmalar için Osmanlı tarihinden çıkarılabilecek sonuçlara
dair sürdürmekte olduğum budeneme serisinin önceki bölümünde tarih yazımı okullarından söz ederek konunun bu boyutu hakkında kısa açıklamada
bulunmuştum.
Şimdi bu bölümde ise, tarih araştırmaları ve tarih felsefesi ile ilgili olarak
yaptığım çeşitli konuşmalardatarih disiplini için yedi-T ifadesi ile belirttiğim araştırma yöntemini tanıtarak bunun paradigmik ilkelerile olan ilişkisine değinen
bazı görüşlerimi aktarmak istiyorum.
Son derece akılda kalıcı olmasından dolayı severek
kullandığım bu tanımlama insanlık tarihi içinde yedi sayısının ortaya çıkarmış olduğu «büyülü” algısal kavrayış durumu nedeniyle ayrıca çekici bir yana da sahiptir.
Ancak yedi sayısının
çekiciliğinin bilimsel bir dayanağı olduğunu da vurgulamak gerekir.
Şöyle ki; bilindiği gibi,
insanın kısa hafıza denilen çalışma belleğinin anlık olan şeyleri, örneğin, tek-tek farklı ardışık rakamların
toplamı olan bir sayıyı çok kısa süre için akılda tutma kapasitesinin yedi adet rakam ile sınırlı
olduğu bilimsel olarak bulgulanmıştır. Bu nedenle de telefon numaraları için
kullanılan rakam sayısı genel olarak yedi
karakter ile sınırlı tutulmaktadır.
Buradan çıkarak da daha karmaşık
bir ortam olan proje
ekiplerinde uyumlu bir işbirliği için
gereken ortalama takım büyüklüğünün idealde yedi kişi olması sonucuna varılır ki pratikte de kanıtlanmıştır.
Nitekim II. Dünya Savaşı sonrası Japonya’nın ekonomik gelişmesine en çok katkı yapan etmen olantoplam kalite anlayışının pratik uygulaması olarak
sınaî işletmelerde oluşturulmuş olan kalite
çemberleridenen iki milyonun üzerindeki proje takımının büyüklüğü için de ortalama yedi kişilik bir ekip önerilmiş ve
uygulanmıştır.
Tanımlamadaki T ise, tespit (saptama), teşhis (tanı), tasnif (sınıflama), tetkik (inceleme), tahlil(çözümleme), terkip (bireşim), ve tefsir (yorum) şeklinde yürüyen
tarih konusundaki araştırma sürecinin söz konusu aşamaları temsil eden bu yedi Osmanlıca sözcüğün baş harfini
belirtmektedir.
Esasen yedi olan aşama sayısını, tefsiri ayrı tutarak altı olarak da vermek
olanaklıdır. Ama bu durumdatarih araştırması teknik bir mahiyet kazanacak olduğundan yöntemin karakteri yorumcu (interpretif)paradigma yerine olgucu (pozitifist) paradigmik ilkelere dayanacaktır. Bu yorumcu/olgucu ayrımını belirten temel
iki paradigmik ilke bir bakıma yeni/eski ayrımını da ortaya koymaktadır.
Tarihin paradigmik ilkeleri temelde hümaniter disiplinlerin geneli için de geçerli
olan hiyerarşik bir yapı gösterir. Buradan da altta başka bilgi katmanlarının da
bulunması gerektiği sonucu çıkar. Böylece en tepede yorumcu/olgucu dikotomik ilkeler yer alırken hiyerarşinin bir alt düzleminde diyalektikkutupsal ikili ıradaki krıtik/realist paradigmik ilkeler vardır ki bu ikisinin bulunduğu
katmanın bir spiraloluşturacak şekilde yukarı katmana eklemlenmiş olarak var olması
gerektiğini söylemek herhalde yanlış bir saptama olmaz.
Öte yandan yukarıya aktardığım
bu açıklama metnini logosantrik yerine yapısökümcü yönden, yani her iki düzeyin ikili (düal) yapıdaki her bir kavramını ayrık
olarak değil de karşıtı ile birlikte ele alıp holistik bir yaklaşımla
değerlendirmek gerektiğini, böylece de daha verimli sonuçlar alınacağını yeri
gelmiş iken ifade etmek isterim.
Ayrıca da bu noktada şu
hususa vurgu yapmadan geçmek istemiyorum.
Her hangi bir disiplini entelektüel yönlü çıkarımlar için
irdeleyen denemelerde içerik konusu özgül
kavramlar ilkin en genel iki dikotomik ulam olan ontik ve onun karşıtı epistemik, yani somut ve soyutbakımlardan ele alınmalıdır.
Böylece doğaldır ki devamında yapılacak holistik (bütünsel) yaklaşımlı irdelemelerle söz konusu disiplinin paradigmik ilkelerinin ortaya çıkarılması için
olanak sağlayacak bir durum yaratılmış olur.
Mustafa ÖZCAN