‘Büyük Tarih’ konusu kapsamına müfredat olarak
nelerin girdiğine bakıldığında, belirtildiği gibi ilk aşamada astrofiziktemelindeki
anlatı ile başlayan evren kozmogonisinin ele alındığı görülür.
Bu kapsamdaki öyküye, 13,8 milyar yıl önce yüksek yoğunluk ve
ısıdaki noktasal bir tekillikten kuantum dalgalanmaları sonucu 10-43 saniye olarak verilen Planck Zamanı içinde
oluştuğu kabul edilen “Büyük Patlama” ile başlanır. Anlatı,
havsala dışı bu olayın ardından saniyenin yüz milyarda biri kadar
zamanda meydana gelen şişme şeklindeki kozmik
genişleme ile ortaya çıkan üçü uzay ve biri
zaman olmak üzere dört kozmik boyutlu evrenin oluşumun
betimlenmesi ile sürer. Bundan sonraki müfredatiçeriğinde,
yazarlara göre bazı nüanslar olmasına karşın genelde kozmik genişleme ile
beliren enerji/madde dönüşümünün bir sonucu olan galaktik
bulutsu oluşumu hakkında bilgi verilir. Bu doğrultudaki müfredatın
omurgasını ise, Büyük Patlama ile şişmenin
ardından yüzde bir saniye sonra primordiyal (ilksel) madde olarak
ortaya çıkan hidrojen çekirdeği, yani proton ve ondan nükleer
füzyon ile sentezlenen helyum çekirdeğinin istikrarlı hale
gelmesi süreci hakkındaki bilgilendirme oluşturur. Böylece, maddenin
istikrarlaşması için geçen 379 bin yılın sonunda evrenin ilk
ışığını veren galaktik bulutsular ve ilksel yıldızlar eskil (kadim) evreni oluşturarak
bize görebileceğimiz en erken evren resmini sağlar. Yıldızsal
füzyon ile hidrojenini helyuma dönüştürerek nükleer
yakıtını çok kısa zamanda tükenen bu ilksel yıldızların kütle-çekimden
dolayı içe çöküp patlaması sonucunda daha ağır elementlerin oluşumu
hakkındaki anlatı ise kozmik evrim öyküsünün bundan sonraki
bölümünde yer alır. Birincil tip ilksel yıldızlardaki hafif
elementler ile bu yıldızların süper nova ile ölümleri
sırasında ortaya çıkan binde bir oranındaki ağır elementleri içeren
bulutsuların yoğunlaşma ürünü olarak da ikincil tip yıldızlar meydana
gelir. Bir örneği de güneş olan bu yıldızların gezegen
sistemlerini oluşturması ise şimdilik sadece bizim sistemimiz
örneğinde çağcıl (modern) evrenin gelişim öyküsü mahiyeti ile
sonraki bölümün anlatı odağında yer alır. Canlılığın henüz bilinen biricik yeri
olması nedeni ile yerküre için jeolojik ve ekolojik öykü biyosfer ve biyolojik
evrim odaklı anlatının esasını oluşturmakla birlikte buradaki
müfredatın ağırlıklandırılmasında yazarına göre oldukça farklı temaların
seçilebildiği göze çarpmaktadır. Bir yazar temayı insan
ekolojisi yönünde kurgularken bir diğeri dünya coğrafyası
ekseninde ortaya koyabilmektedir. Gene, bazı yazarlarca tarihö
ncesi bir yaklaşım doğrultusunda paleo-antropolojik ağırlıklı
bir tema benimsenerek konunun ele alınışında tarih yönüne
ağırlık verilebilmektedir. Öte yandan, belli bir yöne odaklanarak
müfredatı o yönde ağırlıklandırma yerine anlatıya temel oluşturan
alanları çeşitlendirerek dağıtık bir müfredatın da
benimsenmesi söz konusu olabilmektedir. Bu tür ele alışlarda astronomi,
kozmoloji, fizik, kimya, evrimsel biyoloji, paleontoloji, antropoloji ve
arkeoloji disiplinlerin tamamından etkin bir şekilde
yararlanılmaktadır. Bu durumda anlatı temasının omurgası doğa
tarihi ve çevreci (ekolojik) coğrafya üzerine kurulur.
Çünkü önceki ele alışlarda konuya tarih veya bilim olmak
üzere iki kutuplu üst ulamsal bakıştan biri esas alındığından bu
ikisinin dışında diğer üçüncü üst ulamsal bakışınsa doğa tarihi ve
çevreci (ekolojik) coğrafya üzerinden olabileceği açıktır. Görülüyor
ki, en geniş tarihin bu yeni anlatı biçimi için genelde daha
çok ekolojik (çevreci) olgu ana tema olarak
benimsemiş gözükmektedir. Ancak burada da iki tercihli bir durum öne
çıkmaktadır. Biri Gaia Kuramı tarzı olarak gezegenimizi
canlı holistik bir bütünmahiyeti ile ele alan
yaklaşım olurken, diğeri ekosistemik temelli analitik-redüksiyonist yaklaşımı
benimsemektedir.Büyük Tarih konusunda değinilmeden geçilmemesi
gereken diğer bir husus da anlatı bütününü yönlendiren stigmerjik
özün ne olduğu sorusudur. Bu tür bilgi oluşum ve akış süreçlerinde
kaçınılmaz olarak zaman okunun, yani termodinamiğin ikinci
yasası olarak entropinin düzen bozucu ajan olarak
devrede olduğu bilinmektedir. Düzen bozuculuğu sistem kurarak
ve besleyerek aşmaya çalışan enerji yitirgen yapıların olmazsa
olmazı mahiyetindeki girdisi olan enformasyonunsa entropiye karşı
gelmekte olduğu noktasından hareket ile uzay/zaman akışında
giderek artan bir karmaşıklaşma olgusunun
stigmerjik öz olduğu ve süreci yönettiğini söylemek doğru olacaktır. Nitekim “Big History” (Büyük Tarih) kavramının isim babası David Christian daha
ilk kitabında (**) 2 konuyu uzay/zaman
akışı içinde gelişensekiz aşamalı bir karmaşıklaşma süreci olarak
kurgulayıp ele almaktadır. Yazarın diğer iki yazar, C. S. Brown ve C.
Benjamin ile birlikte kaleme aldığı yeni kitabında da ayni müfredatta
ayni aşamalandırmanın benimsediği görülmektedir (*) 3. Genel olarak ifade etmek gerekirse, benim düşünceme
göre 21. Yüzyıl evreni bütünsel görüngeden kavrama çağı olma
eğilimi yönünde yol almakta olduğundan holistik anlayışa dayalı olarak en uygun
tarih yaklaşımı mahiyeti ile Büyük Tarih tasarımının
benimsenmesi doğru bir seçim olacaktır. (*)Devam
edecektir. (**) Christian. D. , Maps of
Time: An Inroduction to Big History, University of California Press,
2004. (***) Christian, D. , C.S. Brown
and C. Benjamin, Big History: Between Nothing and Everything, McGraw-Hill
Education, 2014.
Mustafa ÖZCAN