Osmanlı
Tarihi Ve Tarihin Paradigmik İlkeleri –Xxıı-
Osmanlı Tarihi’nden paradigmik ilkeler çıkarsamak
amacı ile bu dizide şimdiye
dek özsel tarih hakkında yaptığım
irdelemelerde değindiğim kolonyalist ve fetihçi şeklindeki iki kavramı, en genel disipliner
alanlar olan sosyal bilimler ve hümanitelerin sosyo-psişik kavramlar çerçevesinde
bir değerlendirmeye tabi tutmak, bazı paradigmik ipuçlarının ortaya çıkmasına yol açacaktır
sanırım.
Konuyu bu bağlamda ele alırsak, ilk aşamada, özsel tarihte daha önce karşıt emperyal ilişkileri temsil eden kavramlar olarak kolonyalist ve fetihçi diye tanımlanmış olan bu
ikili kavram çiftinin ilişkide olduğu sosyo-psişik çerçeve içindeki yerlerinin şu iki ana kavram ulamı kapsamında
bulunabileceğini görürüz:
Bu ulamlar ilk
kez, Alman sosyoloğu Ferdinand
Tönnies tarafından sosyal yapılarda mevcut iki temel gruplaşmayı belirtmek üzere topluluk ve toplum (cemaat ve cemiyet veya Almancası “gemeischaft” ve “geselschaft”) şeklinde yapılmış kavramsal tanımlamalardır.
Nitekim Tönnies,
1887 yılında yayımladığı “GemeischaftundGeselschaft”
adlı sosyoloji kitabında “geleneksel”
nitelikli yerleşimler olan ‘köy’,
‘mahalle’ ve ‘semti’ temsil eden sosyal gruplaşma
olgusunu özlerindeki kırsal niteliğinden
dolayı topluluk ve bunun “modernleşmiş” sosyal yapıdaki diyalektik karşıtı olarak, bütünsel kent olgusu zemininde yurttaş sosyalliğine
erişmiş gruplaşmayı ise toplum olarak
terimleştirmiştir.
Öte yandan Ferdinand
Tönnies yaptığı bu girişim ile yepyeni eytişimsel bir çift şeklinde sunduğu sözü edilen dikotomikulamsal kavramlaştırmayı
sosyal bilimler literatürüne paradigmik düzeyde
dönüştürücü bir etkililikte sokmayı da başarmıştır.
Böylece şimdi bu bağlamdaki emperyal düzen olgusunu bu kez, Yakınçağ’ın tarihsel
yörüngeleri görüngesinden
bakarak ele alıp irdelersek, Doğu’yu
temsil eden Osmanlı emperyal anlayışının toplulukçu (cemaatçi), Batı’yı temsil eden İngiliz emperyal anlayışınınsa toplumcu (cemiyetçi) bir karakter
taşıdığını görürüz.
1711 yılında Dominyon Bakanlığı’nı kurarak bu tarz
kolonyalist emperyal bir yaklaşımı tarihte ilk kez
küresel çapta uygulamaya geçiren İngiltere’ye karşılık ayni yıl yenileşmede başarısız bir hareket olan Lale Devri sürecini
yaşamaya başlayan Osmanlı için Batı’daki bu olay söz konusu yenilikçilik
hareketi için bir neden teşkil etmiş olmalıdır.
Şimdi de iki
emperyal kutup arasındaki durumu tarihsel olarak izleyen olaylar ve
gelişmeler bakımından irdelersek, Batı’nın
gösterdiği bu evrensel ilerleme ve kalkınma süreci, Doğu’nun iyiden iyiye
etkisizleşmesine neden olmuş olduğunu saptarız. Tarihin devamında Doğu karşısında gelişmişlikteki
uçurumun sürekli artması sonucunda da Batı
Dünyası, 20. yüzyıl’da, küresel nimetlerin bölüşümünde
kendi aralarında ortaya çıkan anlaşmazlıklar sonucu karşılıklı olarak
saldırganlaşmış, bu ise tüm insanlıkça yeryüzünde yaratılmış toplam maddi
değerin beşte üçünü yok
eden iki bölüşüm savaşına
kaynaklık etmiştir.
***
Konunun tarihsel açıdan irdelenmesinden sonra gene bu bağlamda
ancak daha temel düzeyde bireye
egemen olan sosyo-psişik durumlar
bakımından ele alınmasına gelelim.
Bu kapsamda, bireylerin ortak
tutumları olgusu doğrultusundan hareket ile ortaya çıkıp sosyal
yapılaşmayı etkileyen iki ana
kutupsal davranış eğiliminden söz etmek olanaklıdır. Bunlar antropolojik
olarak insanoğlunun en derininden kaynak alıp beliren sosyo-psişik yapılardaki eşitlikçi ve baskınlıkçı eğilimlerdir.
Baskınlıkçı eğilimin harekete geçmiş
şekli olan sosyal baskınlık
yönelimi ise aşağıdaki bağlantıdan (1) alıntılanıp yaptığım eklemelerle
özetlenen bir paragraflık değerlendirmeye göre bireyler için şöyle bir genel
özelik ortaya koyar:
“Sosyal baskınlık
yönelimi yüksek olan bireyler; değişik gruplar ve grup üyelerinin
sosyal statüleri arasındaki farklılıkları korumayı, hatta bu farklılıkları
artırmayı isterler. Tipik olarak bu bireyler; baskın, hırslı, dirençli olurlar ve daima güç arayışı içindedirler; bunun sonucu olarak da
paralelinde hiyerarşik grup
yönelimlerini tercih ederler. Dünyanın kurtlar sofrası veya insan insanın kurdu olduğu inancına bağlıdırlar.”
Bu değerlendirme toplulukçu (cemaatçi) yapılarda yetişecek olan insan
ırasını aşikâr olarak betimlemektedir. Buradan hareket ile de cemaatçi toplum
yapılarının kul niteliğine
iye insan yetiştiren yapılar olduğunu açıkça söyleyebiliriz! Oysa eşitlikçi eğilimin egemen olduğu,
mümkün olduğunca hiyerarşiden kaçınan bireylerden oluşan toplumsal
yapılarsa kul yerine, özgürlükçü insana kaynaklık
ederek çağdaş yapıda bir yurttaş toplumu ve devamında demokratik düzen oluşturmak
yolunda ilerler.
Kaynaklar
1.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Sosyal_bask%C4%B1nl%C4%B1k_y%C3%B6nelimi