7 Temmuz 2023 Cuma

GÖNEN KENT KONSEYİ GÖNEN TARİHİ MİRASINI KORUMA ÇALIŞMA GRUBU 46. TOPLANTISI


6TEMMUZ 2023 Perşembe GÜNÜ SAAT 14.00’DE GÖNEN BELEDİYESİ TOPLANTI SALONUNDA OLAĞANÜSTÜ GÜNDEMLE GERÇEKLEŞTİRİLDİ.

 

KATILIMCILAR:

1-      Mustafa ÖZCAN

2-      Mehmet YILMAN

3-      Samet Arıker

4-      Ali Gültekin ONAR

5-      Hikmet KÜÇÜKKÖSE

6-      Faruk BİRAY

7-      İsmail Hakkı KONAR

8-      İzzet Fuat ONAR

9-      Melek KÜET

10-  Kadri BAYAR

11-  Dilek KÜÇÜKKÖSE

12-  Kevser RUHİ

13-  Abdullah YILMAZ

 

Gündeme Gelenler:

Her ayın ilk Perşembe günü toplanan Gönen Tarihi Mirasını Koruma Çalışma Grubu, kurulacak Kent Müzesinde sergilenmek üzere tarihi Gönen fotoğraflarını inceledi. Büyük çoğunluğu siyah-beyaz fotoğraflardan oluşan arşivde bayram, düğün, tören, panayır gibi toplumsal olayların görüntüleri vardı.

En eski fotoğrafların 1920li yıllara tarihlendiği görülmekteydi.

 

7 Haziran 2023 Çarşamba

Osmanlı Tarihi Ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -Xxx-

 


 

Mustafa ÖZCAN           m

 

Yazı dizisinin bu son makalesinde, Osmanlı tarihi ile tarihin paradigmik ilkeleri arasında olabilecek ipuçlarını bulmak için öncekinin devamı olarak konuya tarihöncesi disiplini görüngesinden bakan çıkarsamalar için deneme yapmaya devam edeceğim.

Her zaman olduğu gibi konuyu ilkin bütünsel (holistik) tarz ile ele almak üzere, tarihintikal etmiş Türk devletlerinin baştan sona doğru olan kronolojik akışında Osmanlı’nın yerini anımsamakla başlıyorum; hatırlanacağı gibi Osmanlı 16 devletten oluşan resmi sıralamada en sondaki devlettir.

Ayrıca, proto-Türk tarihi ile başlayan iki bin iki yüz yıllık tarih süreci boyunca kurulduğu belirtilen bu 16 devletin ortalama ömrünün iki buçuk asır olmasından hareket ile de Osmanlı’nın iki buçuk kata varan bir ömür ile bunların içinde yaşamda kalım bakımından olağanüstü bir başarı sağlamış olduğunu da vurgulamalıyım.

İşte böyle bir başarıyı yaratan çevresel etmenler ile bünyesel özelliklerin ne olduğunun anlaşılması konusunu ele alalım. Bunun için konuya bütünsel-sistemik bir görünge ile bakmak gerekmektedir. Bu kapsamda yapılacak değerlendirme için ‘tarih yazımının “7t’li ” yöntemi‘nin(1) “tahlil , tefsir ve terkip ” şeklinde verilen son üç adımına başvurulması uygun seçim olacaktır.

Böylece, analiz (tahlil ) ve yorum (tefsir ) ile sağlanan sonuçların ardından sentezinin (terkip ) yapılması sonucunda konunun tümlevi (entegrali) sağlanır ki, bu aşamada da konunun evrensel diyalektik tarihsel akışın uzun dönemli ve derin nitelikli spiral gelişme süreci modeli ile açıklanmasını olanaklı kılar.

Öte yandan, bu tür uzun dönemli ve derin nitelikli tarihsel olayların aydınlatılması ile ortaya çıkan tarihsel olgulara evrensel bir karakter kazandırılmasıyla da şüphesiz ki tarihin paradigmik ilkelerinin belirlenmesi aşamasına ulaşılır.

***

Şimdi konuya, tarihöncesi bağlamında ve 7t’li ” yöntem çerçevesinde holistik tarzın soyut yanı olan düşüncenin kayda geçmiş somut yanı olan arkesinin temsili olarak Türklerin yazılı yapıtlarını ele almak sureti ile bakalım. Bunun için konuyu 8. yüzyıl da bulunarak Türklerin ilk yazısı kimliği ile arkeoloji dünyasında kayda geçmiş olan “runik ” harfli Göktürk alfabesi ve dilindeki Orhun Yazıtları (2) içeriğinin bileşenleri üzerinden kısaca irdeleyelim.

Yazıtlar Türklerin devlet anlayışı, kültürel öğleleri ve sosyal yaşantısı ile ilgili bilgiler içerir. II. Göktürk Kağanlığı’na ait olup 1889 yılında Moğolistan’ın Orhun Irmağı Vadisi’nde bulunan bu yazıtlara keşfedildikleri yer nedeni ile Orhun Yazıtları denmiştir. Eski adı kitabe ve Göktürk önderleri adına dikilmiş olan üzeri kazılarak yazılmış bu anıt taşlar Orhun Irmağının yanı sıra Orta Asya Moğolistanı’nın diğer bazı yerlerinde de halen mevcudiyetlerini sürdürmektedir 

Göktürk Alfabesi, Danimarkalı  dilbilimci Vilhelm Thomsen  tarafından, Rus Türkolog Vasili Radlof ’un yardımıyla çözülmüş ve keşif 1893 yılının  15 Aralık  günü Danimarka Kraliyet Bilimler Akademisi‘nce bilim dünyasına duyurulmuştur. Yazıtların araştırılmasına başından itibaren pek çok ülkenin arkeolog ve dilbilimci Türkoloğunca katkı sağlanmış olmasına karşın “Türk Toplulukları ” içinde konunun araştırılmasına yönelik ilgi sadece Türkiye ’de, o da, 20. Yüzyılın ikinci yarısından sonra duyulmaya başlamıştır.

Yazılış tarihleri, Kül Tigin Yazıtı için 732  yılı ve Bilge Kağan Yazıtı için 735 yılı olarak verilen Orhun Yazıtları, bulunduğunda Türkler için tarihöncesinin bitişinin zamanını belirlediğinden Türk Tarihine dair olağan üstü bir değişim dönemini ifade etmesi yönü ile son derece önemlidir.

Böylece, yeryüzünde Tarihöncesini ilk bitirenler olan Sümerler için yazılı tarih veya daha kısa bir deyişle tarih, beş bin beş yüz yıl önce başlamış iken yerleşik olmadaki gecikme sonucunda Türkler için yazılı tarih sadece bin üç yüz yıl önce başlamıştır. Dört bin yılı aşan bu yazıya dayalı kültürel uçurumun yarattığı boşluk entelektüel gecikmişlikteki aranın kapanmasını güçleştiren “katı bir duvar ” olarak halen karşımızda durmaktadır.

Sonuçta, tarihte gelişme sürekliliğini binlerce yılı bulan yazılı kültüre dayandırarak sürdüren “birleşik kıta” Avrasya’nın iki ucundaki Çin ve Avrupa , kıtanın ortasında kadim çağlardan beri bu olanaktan uzun dönemler süresince mahrum kalmış olan Orta Asya’nın sözlü kültürlü halklarına karşı kesin bir üstünlük sağlamıştır.

İşte Osmanlı’nın, diğer Orta Asya Türk devletlerine kıyasla devletin sürekliliği yönündeki kısmi de olsa göreceli üstünlüğü, kentleşmiş olmaktan dolayı maddi kültür ve yazılı seküler uygarlığa sahip Avrupa ‘ya ikinci milenyum un ikinci çeyreği nden itibaren komşu olmayla maddi kültür ve yazılı seküler uygarlık yönünde az da olsa sağlamış olduğu gelişmişliği dolayısıyladır.

Kaynaklar

(1) http://kadikoydusunceplatformu

 

                                                                             

9 Mayıs 2023 Salı

KEMAL FERDİ BURCUOĞLU’NUN GÖNEN VE ÖMER SEYFETTİN KİTABI

 

                                                                                          

                                                                                                            Abdullah YILMAZ

Kemal Ferdi Burcuoğlu Kimdir?

Nüfus kütüğüne kayıtlı olan adı Ahmed Kemal Burcuoğlu olmasına rağmen, nedeni bilinmemekle birlikte Kemal Ferdi Burcuoğlu olarak tanınmaktadır. Aslen Gönenli olan yazar, babasının Ziraat Bankası müdürü olarak görev yaptığı Sındırgı’da 1Temmuz 1900'de dünyaya gelmiştir. Anne adı Leyla, baba adı Halil Rıza’dır. Osman Ziya ve Celal adında iki kardeşi vardır. Öğretmen olan Kemal Ferdi Burcuoğlu, Kurtuluş Savaşında 4. Tümen Topçu Alayı 1'inci Bölükte asteğmen rütbesiyle zabit vekili olarak görev yapmıştır. Kardeşi Osman Ziya Bey gibi Kemal Ferdi Bey de Kurtuluş Savaşı sonrasında TBMM kararıyla kırmızı şeritli İstiklal Madalyası ile onurlandırılmıştır. İleri düzey Fransızca bilen; edebiyatı, okumayı, yazmayı çok seven Kemal Ferdi Bey, aynı zamanda keman da çalan sanatçı bir kişiliğe sahiptir. İzmir Erkek Muallim Mektebi’nden arkadaşı Mahmut Özay ile beraber derledikleri 1952 yılında yayınlanan “Kırklar Meclisi” adında bir eseri daha vardır. Ayrıca Türk Dili Gazetesi'nde yazıları yayınlanmıştır. 18 Mart 1953 Yenice-Gönen Depremi’nde Gönen Şehir Kulübünde kitap okurken göçük altında kalan Kemal Ferdi Bey, daha sonra Bandırma’ya taşınmış ancak göçük altında kalmanın neden olduğu sağlık sorunları nedeniyle 10 Temmuz 1953 tarihinde vefat ederek Bandırma’da son yolculuğuna uğurlanmıştır.

Gönen’in köklü ailelerinden Ispartalıoğullarından Elmas Hanım ile evli olan Kemal Ferdi Bey’in Zehra Necla Güneş, Yıldız ve Aysu adında üç kızı vardır. Kızları da vefat etmiş olup: Sevil İslamoğlu, Tayfun Alatlı, Levent Alatlı ve Azize Ufuk Varol Nalbur adında dört torunu hayattadır.

Gönen ve Ömer Seyfettin

Kitabı yayına hazırlayan Tarih Eğitimi Uzmanı Samet Arıker eserin 1946 yılında yazılması nedeniyle tarihi önemini vurgulamaktadır.

Gönen’in düşman işgalinden kurtuluşunun 100. Yılı anısına yayınlanmıştır.

Yazar Gönen Tarihi bölümünde İsmail Hakkı Uzunçarşılı’dan Evliya Çelebi'den faydalanıp T. Turan (Turhan Turhanoğlu olabilir)'a dair iki belgeden faydalanmıştır.

İlerleyen bölümlerde Gönenli önemli şahsiyetler, İstiklal Harbinde Gönen, Gönen Folkloru, Gönen’in yöneticileri ve Ömer Seyfettin’den bahsetmektedir.

Kitapta ayrıca 92 tane Gönen’de söylenen maniye yer verilmiştir.

Gönen'in İLK FOLKLORİK TARİH çalışması olan eserin sonunda Gönen’e damga vurmuş yirmi bir önemli şahsiyetin bulunduğu fotoğraflar bölümü vardır.

Güney Marmara Kültür Platformları Birliği üyeleri tarafından bir sahafta bulunan bu eser, Gönen Belediyesi tarafından satın alınmış, Samet Arıker tarafından yayına hazırlanmış ve Ceren Kitabevi tarafından basılmıştır.

 

Osmanlı Tarihi Ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -Xxıx-

 

 

 

                                                                                                                         Mustafa ÖZCAN

 

 

Bu dizinin son iki deneme Aydınlanma Çağı’nın bir sonucu ve bir bilim kimliği ile uzantısı olan antropolojinin alt dallarından bir olarak, insanın yazı öncesi dönemlerine ait bulgular bağlamında maddi kültürel varoluş prehistorya tarihöncesi perspektifinden bakarak Osmanlı ve paradigmik ilkeler konusu için çıkarılabilecek ipuçlarını bulmaya çalışacağım.

Ama ilkin, gene dizinin tüm makalelerinde olduğu gibi ele alınan denemede ilkeler e ipucu vermesi yönü ile incelenen konuya yönelik olarak kısa bir bilgilendirme sunmakla yazıya başlamak istiyorum.

Denemenin başındaki tanımlama ya bakıldığında tarihöncesinin (1) sona eriş tarihi yazının bulunuşuna dek sürdüğünden bu durumun kıtalara ve bölgelere göre son derece değişken olması gerektiği kolayca anlaşılır. Örneğin tarihöncesinin bitiş tarihi, Aşağı Mezopotamya Sümerler için 5500 yıl öncesine dek giderken, Yeni Gine’nin yerli halkları içinse sadece 100 yıl kadar önceye dayanır.

Öte yandan, antropolojinin, böylece de tarihöncesinin de kurucusu olarak bilinen Danimarkalı antika-bilimcisi Christian Jürgensen Thomsen (2) tarihöncesi için, üçlü bir düzen ile hem bol olmaları hem de binyılları aşan dayanıklılıkları nedeni ile arkeolojik kazılar da kolayca bulunabilen yapıntı malzemeleri taşbakır ve demir e dayanan bir bölümlendirme dönemleri tanımı yapmıştır.

Günümüzde teknoloji veya araçsallaşma olarak da ifade edilen insanoğlu doğa ve nesneler ile olan ilişkileri sonucunda bulgulayarak kullandığı, maddi kültür diye adlandırılan yapıntısal şeyleri temsil eden teknik olgu kadim geçmişe yönelik olarak incelenmesinin gerekliliği konusundaki ilk düşünceler 16. Yüzyıl coğrafi keşifler

16. Yüzyıl coğrafi keşiflerle yeni bulunmuş yerlerden Kitab-ı Mukaddes ’te hiç söz edilmemiş olmasının Avrupalı entelektüeller arasında yarattığı şok hali, tarih yazı önceki döneminin de etraflıca araştırılması gerektiği fikrinin doğuşuna temel etken olmuştur. Bu çığır açıcı gelişme, toplumdaki dinsel gökselliği otoritesine karşın bilimsel yerselliğin dar çap ta da olsa daha başlangıçta embriyonik yerleşik düşünce haline gelmesine yol açarak 17. Yüzyıl bilimsel devriminin tetikleyicisi de olmuştur...

Ayrıca diğer bir taraftan da, insanoğlunun tarihöncesi konusu, antikacılar için eski sikke ticareti işi ve meraklılar, entelektüeller ile aristokrat koleksiyoncular nümizmatik hobisi faaliyeti şekline bürünüp bilimsel alanın dışındakilerin de ilgisini çekerek uzun dönemler boyunca genel in gündeminde kalarak Avrupa’daki önemini 19. Yüzyıl ortalarına dek sürdürmüştür.

19. Yüzyıl ortasından itibarense tarihöncesi Avrupa ’da üzerinde hüküm süren devrimci atmosfer in tetiklediği maddeci düşünce etkisi bilimsel nitelik kazanma yoluna girmiştir. Bu süreçte, giderekten efsaneler den arkeolojik kazılar yönelen çalışmalar sonucunda da tarihöncesi gözlemsel bulgulara dayanan bilimsel disiplin kimliğine kavuşmuştur.

Gene tarihöncesi antropoloji kimliği altında olarak, bu dönem süresince jeoloji ve evrimsel biyoloji ile birlikte gözlem ve deney in dinsel dogma ya olan bariz üstünlüğünün sonucunda Batı entelektüelliğinin özü olan göksel hümanizm yersel hümanizme dönüşümünü de sağlamıştır. Böylece de 19.-20. Yüzyıl kavşağında, insanoğlu iki buçuk milyon yıllık geçmişinin holistik disiplini olması niteliğinin sahipliği ile öne çıkan tarihöncesi bilim düşüncesi Batı dünyası yerleşik egemen anlayış olarak derinliğine nüfuzunda en çok etken olan jeoloji, evrim antropoloji sonuncusunun en kritik özellikteki alt disiplini olarak temayüz etmiştir.

Ve bu süreçte tarihöncesi, 20. Yüzyıl sonu ile 21. Yüzyıl başı arasındaki dönemde paleo-genetik ve nüfus genetiğinin ortaya koyduğu bulgularla sosyal ve beşerî bilimler deki merkezi konum u ve multi-disipliner karakteri ile artık sadece akademik camia entelektüel dünya kritik önem bilimsel işlev görmeye başlamıştır (3)

________________

(1) Bu konuda Wikipedi’nin yetersiz olsa da https://tr.wikipedia.org/wiki/Tarih%C3%B6ncesi sayfasına veya daha olan Wikipedia’nın

 

 

8 Mart 2023 Çarşamba

OSMANLIDA İLK KADIN AKTİVİSTLERDEN ULVİYE MELVAN CİVELEK

 

                                               İsmail Hakkı Konar

1893 tarihinde Balıkesir ili Gönen ilçesi Hacıvelioba köyünde doğmuştur. Kafkas göçmeni olan bir ailenin çocuğu olduğundan sıkıntılı bir yaşam içerisinde iken aile yakınlarının önerisi ile Osmanlı sarayına saray içi hizmetlerde yetiştirilmek üzere İstanbul’a gönderilmiştir.

Saray adabını ve eğitimini burada almıştır.13 yaşında iken 2.Abdulhamit’in üvey kardeşi olan 70 yaşındaki Hulusi Efendi ile 1906 yılında evlendirilmiştir. Bu evlilik eşinin ölümü nedeniyle 7 yıl sürmüştür.

Daha sonra Serbesti gazetesi sahibi Melvanzade Rıfat ile evlenmiştir. Eşinin matbaası olması nedeniyle 4 Nisan 1913 te “Kadınlar dünyası ”isimli dergiyi kurmuştur.28mayıs 1913 de Kadınların eğitim, istihdam ve kıyafet haklarını iyileştirmek amaçlı “OSMANLI MÜDAFAA-İ HUKUK-I NİSYAN CEMİYETİ isimli derneği kurarak kadınların haklarını savunma girişimlerini başlatmıştır.

Önceleri bu dernek sadece Müslüman kadın üyelerden oluşmakta iken sonrasında bu derneği Osmanlıda yaşayan azınlık kadınlarının da üye olması sağlanmıştır.

Bu dergi 100 sayı kadar günlük yayınlandıktan sonra haftalık yayınlanmaya başlamıştır.108. Sayısından sonra bu dergide yayınladığı yazılarında eşinin soyadını da ekleyerek Ulviye Melvan ismi ile yazılarını yayınlamaya başlamıştır.

Kadınlar Dünyası dergisini diğer dergilerden ayıran en önemli farkı dergide çalışanların ve yazarlarının tümünün kadın olması idi.Bu derginin bir diğer önemli yanı ise Osmanlıda ilk kez Müslüman kadınların fotoğrafını yayınlayan dergi olması idi.

Ulviye Melvan, dergide yayınladığı yazılarında ağırlıklı olarak kadınlara eğitim hakkının tanınması, iş yerlerinde eşit ücret almaları, memuriyet hakkı tanınması, kadınların peçe yerine başörtüsü kullanmalarına yönlendirilmesi konusuna ağırlık vermiştir.

Yazıları kamuoyunda etkin olmaya başladığında ilk kez yedi kadın PTT de işe başlamışlardır. Ayrıca kadınların yüksek eğitim göreceği İnas Darülfünunu 1914 yılında kurulmuştur.

Yine dergi Fransızca da sayılar çıkartarak Avrupa’daki Kadın Hakları Savunucuları ile yayınlık kurma yoluna gitmiştir.

Kurtuluş Savaşı ile dergi sıkıntılı anlar yaşamaya başlamış Ulviye Melvan, dergiyi 1921 yılına kadar yönetmiştir.

Ulviye Melvan eşi Rıfatzade Melvan’ın, Kurtuluş Savaşı karşıtı yazıları ve düşman ile işbirlikçi girişimleri nedeni ile 28 Mayıs 1924 yılında çıkarılan 1064 sayılı kanunla Türk vatandaşlığından çıkartılan yüzellilikler arasında sürgün edilmiştir.

Ulviye Melvan, bu nedenle eşinden boşandı ve öğrenci yurdu işletmeye başladı. Yurt işletmeciliği yaparken tanıştığı Antakyalı Doktor Ali Muharrem Civelek ile ailesinin karşı çıkmasına rağmen 1931 yılında evlenip Antakya’ya yerleşti.

Ulviye Civelek evliliklerinden çocuğu olmamıştır. Lütfiye isimli bir çocuğu evlatlık olarak sahiplenmiştir.9 Nisan 1964 de öldü. Mezarı Antakya Asri Mezarlığındadır. Mezarına Kadınlar Konseyi tarafından bir hatıra levhası asılmıştır.

Eşi Dr. Ali Muharrem Civelek Kırıkhan’da 1967 yılında Ulviye Civelek adına bir kütüphane kurmuştur. Kırıkhan’da adı bir sokağa adı verilmiştir. Bir de adına çeşme yaptırılmıştır.

Gönen de de adı bir caddeye verilmiştir.

Ulviye Civelek adına birçok araştırma yazısı ve kitap yayınlanmıştır. İstanbul Kadın Müzesinde de adına bir bölüm ayrılmıştır. Burada yayınladığı dergiler ve fotoğrafları sergilenmektedir.

YAZILARINDAN SEÇMELER

"Kadınların hayatını kendi kazanmasına engel olanların bir bahaneleri de, kadınların tahsilsiz ve tecrübesiz olduklarıdır. Acaba ticaret ile hayatını kazanan erkekler, ticaret mektebi mezunu mu? Yoksa yüksek tahsil mi yapmışlar? Yüzde sekseninin okuma-yazma bilmediği meydandadır!" (Ulviye Mevlan) Ulviye Mevlan "Kadınlar iş Bekliyor", Kadınlar Dünyası, No. 157,19 Şubat 1921, s. 2, günümüz Türkçesine aktaran Meral Akkent.

Kadınlar Dünyası dergisindeki orijinal metin

Kadınların hayatlarını kazanmasına mani olanların bir bahaneleri de, kadınların cehalet ve tecrübesizlikleridir. Acaba ticaret ile temin-i maişet eden erkekler, ticaret mektebinden mi neşet [doğmak, ortaya çıkmak] etmişlerdir, Yoksa tahsil-i âli mi görmüşlerdir? Yüzde sekseninin okuma-yazma bilmediği meydandadır! (Ulviye Mevlan) Ulviye Mevlan, "Kadınlar iş Bekliyor", Kadınlar Dünyası, No. 157, 19 Şubat 1921, s. 2. Aktaran Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, İstanbul, 2011, 3. Baskı, s. 373.

"Kadınlar çalışma hayatında ve çalışma hayatının her dalında görünmeye başlayınca ve yenmiş haklarını geri almak için biraz da seslerini yükselterek, bu yolda yavaş ilerlense de muhakkak kazanma kararlılığını da gösterince, bir kısım erkekler telaşa düştüler; ekmeklerinin, maaşlarının kısmen de olsa ellerinden kayarak, kadınlara geçeceği duygusuna kapıldılar. Bu telaş, bu çırpınma acaba güçsüzlük nedeniyle midir? Yoksa kendine güvenememekten midir?"

Kadınlar Dünyası'nın 164. sayısında Posta-Telgraf Nezareti'ne alınan kadınların maaşlarının azlığından yakınmış zam istemiştim. Bir kısım erkekler bu basit dileğimden nedense ürkmüşler; tüm memurluk alanını ve memurluk işlerini, kadınların işgal edeceğini ve sonunda kendilerinin elleri böğürlerinde aç kalacakları kararına varmışlar. Ve hatta bazı erkekler, işi dergimize mektuplar yazarak yardım istemeye kadar bile vardırarak, zayıflıklarını da gösterdiler. Biz bu mektupları tabii ki, özel bir dikkatle okuyoruz ve böylece erkek ruhunu ve karakterini daha iyi inceleyebiliyor ve anlayabiliyoruz. Bu mektuplardan bir tanesi, gerçekten merhametimize dokundu. Kadın ruhu ya, acıdık ve teselli etmek istiyoruz.

Feminizmin gayesi yalnız kadınlığın hayatını değil, kadınlıkla beraber erkeklerin hayatını da düzenlemektir. Ve her ikisini de, insan olmaları nedeniyle daha rahat ve daha mesut yaşatmaktır.

İyi eğitim yapmış, bilgisiyle, becerisiyle ve zekâsıyla işini güzelce yöneten ve gelecekte de bir eş ile yaşayacak ve evlatlarını da yaşatacak bir kız, neden sahip olduğu kabiliyetlere uygun bir maaş aramasın ve istemesin de, senelerini boş yere geçirsin? Ve aldığı maaş bilgisiyle, becerisiyle, zekâsıyla ve işiyle aynı ayarda olmayınca neden feryat etmesin; sussun ve miskin miskin otursun? İşte azizim, feminizm bu miskinliği kabul edemez." (Ulviye Mevlan) Ulviye Mevlan, "Düşünüyorum", Kadınlar Dünyası, 22 Mart 1918, no. 166, s. 2, günümüz Türkçesine aktaran Meral Akkent

Kadınlar Dünyası dergisindeki orijinal metin

Kadınlık hayat-i mesaide, hayat-i mesainin her şubesinde görünmeye başlayınca, mağsub [gasp edilmis] haklarını istirdad [geri almak] yolunda bir az da sesini çıkarıp muhakkak davasını tedrici olsa da kazanacağı ilamını gösterince, bir kısım erkekler telaşa düşdüler; ekmeklerinin, maaşlarının kısmen olsa da ellerinden gideceğini, kadınlara intikal edeceğini zan etmeğe başladılar. Bu telaş, bu çırpınma acaba zaif iradeden değil midir? Şahsi teşebbüse güvenememezlikden değil midir?

Kadınlar Dünyası'nın 164. sayısında Posta-Telgraf Nezareti'ne alınan kadınların maaşlarının azlığından yakınmış zam istemiştim. Bir kısım erkekler bu basit temennimden nedense ürkmüşler; saha-i memuriyet ve mesaiyi, kadınların hemen hemen istilâ edeceklerine ve nihayet kendilerinin elleri böğürlerinde aç kalacaklarına hükm ediyormuşlar ve hatta bazıları bize mektuplar yazarak istimdada [yardım istemek] kadar kalkışıp bütün bütün zaif iradelerini göstermişlerdir. Biz bu mektupları tabii bir dikkat-i mahsusa okuyoruz ve erkek ruh ve seciyesini bunlar ile bir derece daha tedkik ve tahlil eyliyoruz. Bu mektuplardan bir tanesi, doğrusu ya merhametimizi celp etti. Kadın ruhu bu ya, acıdık ve teselli etmek istedik.

Feminizmin gayesi yalnız kadınlığın hayatının değil, kadınlıkla beraber erkeklerin dahi hayatını tanzim etmek ve her ikisini, insan olmak itibarıyla daha müreffeh ve daha mesut yaşatmaktır.

İyi tahsil görmüş, ilim ile irfan ile zekâ ile memuriyetini hüsn-ü idare etmekte olan ve istikbalde bir refik ile yaşayacak ve evlatlarını yaşatacak bir kız, neden iktidarı ile mütenasib bir maaş aramasın, istemesin, seneleri beyhude sayıb imrar eylesin [geçirme] ve taleb edeceği maaşı ilmiyle, irfanıyla, zekâsıyla, işiyle mütenasib bulamaynıca neden feryat etmesin; sussun ve meskenet [miskinlik, tembellik] göstersin? İşte azizim, 'feminizm' bu meskeneti kabul edemez. (Ulviye Mevlan) Ulviye Mevlan, "Düşünüyorum ", Kadınlar Dünyası, 22 Mart 1918, no. 166, s. 2. Aktaran Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, İstanbul, 2011, 3. Baskı, ss. 373-374.

Kadınlar Dünyası Dergisi

• 1. Sayı:4 Nisan 1913

• Son sayı:21 Mayıs 1921

• Tiraj:3000 üzerinde

• Derginin sahibi: Nuriye Ulviye Hanım

• Derginin amacı: Üzüntüyle boyun eğen ve hiç bir işe yaramayan hayatımızın artık gelişmesinin ve aydınlanmasının gereği konusunda devamlı düşünüyordum. İlerlemek ve yükselmek için hem pratik cesaretin hem de ruhsal cesaretin, başka bir deyişle çağdaş kişiliğin önemi konusundaki düşüncelerim artık iyice olgunlaşmıştı. İçinde yaşadığımız uyanış devrinin ve kurulan toplumun temelini oluşturan sosyal bilimlerin ışığında, (kadınların ilerlemesi için) gerekli olan (adımları) cesaretle gerçekleştirecek bir gazete çıkarmaya giriştim. (Ulviye Mevlan, Kadınlar Dünyası imzası ile "Terakkiye Doğru", Kadınlar Dünyası, 8 Nisan 1329 (1913), no. 5, s. 2-3, günümüz Türkçesine aktaran Meral Akkent) Kadınlar Dünyası dergisindeki orjinal metin "Mateme bir inkiyad-ı esiraneye [matemli bir boyun eğmeye] mahkûm bi-sud [boş, faydasız] hayatımızım taayyün [meydana çıkma] ve tenevvür [aydınlanma] etmesi lüzumu, fikrimizin

en mühim mevkilerini işgal ediyordu. Terakki ve teali için cesaret-i maddiye ve maneviyyenin, tabir-i diğerle [başka bir deyişle] şahsiye-i medeniyenin derece-i vücûbu [önem derecesi] nazarlarımızda gereği gibi büyüdü. Yaşadığımız devr-i intibahı, teşekkül eden cemiyetleri tertip eden ictimaatı nazar-ı dikkate alarak iktisab-ı cüretle, ihtiyacımıza muvaffak bir gazete neşrine teşebbüs ettik." (Kadınlar Dünyası imzası ile "Terakkiye Doğru", Kadınlar Dünyası, 8 Nisan 1329 (1913), no. 5, s. 2-3. Aktaran Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, İstanbul2011, 3. Baskı, sf46

 

Osmanlı Tarihi Ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -Xxvıı-

 

 

                                                 Mustafa ÖZCAN

 

 

 

Bu ve bir sonraki denemede daha öncekilerden biraz farklı olarak tarihin paradigmalarını tabandan yukarıya gitmek şeklinde bir arayış olarak beşerî kaynakların özelliklerinde bulmaya çalışacağım. Dizinin öncekilerinde olduğu gibi şimdi de ipuçları bulmak için konuyu Osmanlı ile Batı Avrupa’nın yeni bir karşılaştırması mahiyeti ile ilgili toplumların sosyo-kültürel özgünlükleri bağlamında Anadolu vBatı insanının sosyal davranış tipolojilerindeki farklılıklarını kategorik düzlemde incelemeyi deneyeceğim. Ayrıca konuyu diyakronik olarak irdeleyerek böylece bütünsel (holistik) yaklaşım sağlamış olmakla da daha bilimsel olmayı umut ediyorum.

Farklı insan gruplarının davranışları, zaman/mekânın diyakronik parametresi bağlamında, diğer bir deyişle, tarih ve coğrafyayı temsilen zaman/mekân ikicil değişkeni bağlamında kronolojik akış ile karşılaştırmalı olarak incelenmesi yeni bir tarz olarak ortaya çıkmış bir tarihyazım yaklaşımıdır. Tarihyazımı, yöntemin sanatsala mı, yoksa bilimsele mi daha yakın olduğuna göre akademik camiada historiografi veya historioloji (metahistorigrafi) olarak adlandırılır (1).

***

Bu gibi sosyal tarih araştırmalarında en verimli tarihi belge kaynağı olarak halen özgün bir yazın türü haline gelmiş olan gezgin (seyyah) anısı izlenimleri kabul görmektedir. Tarihte gezginler olarak tanınan kişilerin geçmiş zamanlarda yapmış olduğu dış ülke gezileri esnasındaki gözlemlerinden oluşan bu tür anılar seyahat edebiyatı olarak adlandırılmaktadır. Böylece oluşmuş gezi yazınının sonuçta pek çok tarihsel-sosyal inceleme ye konu olmuş olması da bunların ne denli verimli kaynak belgeler olduğunu kanıtlamaktadır.

Yazıya dökülmüş olsun veya olmasın bu gezilerin amaçları ağırlıklı olarak, İlkçağ’ da Thales ve öğrencisi Pisagor için bilimsel bilgi , Ortaçağ ’da Marko Polo için ülkesel ve teknik bilgi iken, Yeniçağ ile birlikte doğal kaynak sömürüsü ne yönelmiş Batı Avrupalı fatihler içinse kolonizasyondur. Ve böylece bu hedef ile artık geziler edebiyat olmaktan çıkıp coğrafi keşiflere dönüşmüştür.

Sonuç olarak, tarihin derinliklerinden beri süre gelen inceleme gezisi olgusunun, yerküresel bütünleşme sürecinin, yani bugünkü ekonomi ve iletişime yönelmiş olan halinin tanımı ile küreselleşme diye adlandırılmaktadır. Bu şekli ile de gezi olgusunun, küreselleşmenin kökenindeki çığır açan, öteki bir deyişle de seminal etmen olan husus olduğunu belirmekte yarar vardır.

***

Burada, bu doğrultudaki gezi yazınında incelenmek istenen insan davranışları olduğundan, anlatı metninden beklenen şey, ev sahibi ülke insanının konuk gezgin insan ile karşı karşıya geldiğinde iki farklı anlayışı açığa vuran diyalektik çelişkili insani davranışlara dair gözlemlere sahip olmasıdır.

Ancak bu nitelikteki bir örnek-olay (vak’a) incelemesi durumunda olması gereken şey belge kaynağındaki gezgin anlatısının, yeterince eski bir geçmiş zamana ait ve temasının da ziyaret edilen ülkedeki insan topluluğunun davranış özelliklerini temsile sahip olmasıdır. Bir saptama olarak ifade etmek gerekirse, burada sosyal davranışlara zemin oluşturan anlayışların karşılaştırılması söz konusu olduğundan ilgili yazının zamanda en az yüz yılı bulan bir geçmişe sahip olması kabulü uygun bir ölçüt olacaktır.

***

Şimdi burada, konunun incelenme bakımından yeterliliği içinse insan davranışları boyutunda diğer önemli bir yanı olan özgünlük hususunun da mercek altına almadan karşılaştırma yapmaya geçmemek gerekir diye düşünüyorum.

İnsan davranışları konusunun bilimsel ıra kazanması sürecinde bir yüz yıla varan geçmişine bakıldığında bilimler içinde ilk aşamada sosyal psikolojinin müfredatı olarak yer aldığı görülür. Sonraları kişilik psikoloji adı altında ayrı bir disiplin haline gelip ve ardından da sosyal kimlik boyutu konusunun ele alınması ile insan davranışları dalı olması, şimdilerdeyse en genel yanıyla etolojinin üst kimliği altında çoklu bir disiplin olarak görülmesi konunun değişim ve gelişim hızını göstermektedir. Bu durumun nedeni olarak ise, primat davranışı araştırmalarının insan davranışlarının açıklanmasına “Makyavelyan Anlık ” gibi konular ile sağladığı bulgular ile yaptığı olağan üstü katkılar gösterilebilir (2).

Kaynaklar

1- https://tr.wikipedia.org/w

 

 

14 Şubat 2023 Salı

Osmanlı Tarihi Ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -Xxvı-

 

 

                                       Mustafa ÖZCAN

 

Osmanlı bağlamında tarihin paradigmik ilkelerinin arayışı doğrultusunda özgün bir yazı dizisi olması için çaba harcadığım bu denemeler de, şimdiki makalenin daha anlamlı olarak değerlendirilmesi isteniyorsa öncekinin devamı niteliğinde olmasından dolayı okunmamışsa, ilkin onun okunmasını önemle öneririm ((1) veya (2)).

Söz konusu o denemede, uygarlıklara zemin hazırlayan imparatorlukların oluşumunun kökeninde yattığı düşünülen anlayışlar olarak kavramsal ulam çiftleri kimliğindeki dikotomilerden (konuşma) dil- (fonetik veya logografik) yazı şeklindeki ikiliden (konuşma) dil konusu olduğu belirtilmişti. Buradan da hareketle konu Osmanlı ve Çin İmparatorlukları bağlamında ele alınarak tarihselliğe olabilecek etkisi yönüyle bazı paradigmik ilkelerin bulunması için ipucu olması bakımından incelenmişti.

Şimdi bu denemedeyse, dil-yazı şeklindeki bu dikotomik ikili kavram ulamından konuşma dil inin dikotomik karşı tamamlayıcısı olarak yazı konusunun uygarlıkların oluşmasına olabilecek etkileri ele alınmaktadır. Kısaca belirtmek gerekirse, yazı konuşma dilinin işaret ve şekillerle kayda geçirilerek sözün uçuculuk tan kalıcı hale getirilmiş biçimidir. Bu nedenle de insanlığın belleği olan tarih biliminin başlangıcı olduğu kabul edilmesine karşın ilk bulanı olan Sümerli rahiplerce emtianın dökümünün kayıt altına alınması için kullanılmıştır.

***

Pek çok genel tarihçi, tarih düşünürü ve tarih felsefecisinin fikir ürettiği bu alanda son dönemlerde en dikkate değer katkıyı kuşkusuz ki Jack Goody (3) yapmıştır. Goody’nin uygarlık tarihine bakışı, holistik tarzda olmamakla birlikte, akademik köken inin antropoloji olmasından kaynaklanan geniş antropo-bilgiye dayalı bir görüngeden olduğundan, yaklaşımı Avrupa merkezli olmak yerine küresel bağlamda çok kültürlü bir uygarlık oluşumunun arayışı tarzındadır (4).

Tarihteki İlk ve Ortaçağ imparatorluklarının uygarlık oluşumuna coğrafya ve ahali (demografi nin) olgularının yanı sıra sosyallik üzerinden etkisi, varoluşlarının dayandığı hanedana, orduya, din ve ideolojiye, hukuka, ticarete ile ulaşım ve haberleşmeye olan iyelikleri durumu yönüyle çok geniş bir tarih araştırmacı grubunca ele alınmıştır.

Bununla birlikte, belirtilen çeşitli etmenler arasında yazı ve yazının ulamsal tiplerinin uygarlık oluşumundaki etkisi, daha önce de belirtildiği gibi, etraflı olarak J . Goody tarafından incelenmiştir (5). Goody’ye göre yazı, dil in diyakronik (ardsüremli) kalıcılığını sağlamış sosyo-tarihsel temel bir olgu olduğundan uygarlık oluşumundaki etkisi yüksektir. Bu nedenle de bugünkü uygarlık düzeyine varışımızın kökeninde, kadim Grek ve İtalyan Rönesans’ı dönemi değil, yazının bulunduğu, Gordon Childe ’ın nitelemesi ile Kentsel Devrim ’in bir sonucu olarak büyük bir insanlık dönüşümü nün yaşandığı Bronz Çağı dönemi vardır.

***

Yazının en genel olarak iki kategorik tipi , formu vardır. Bunlardan, işitselliği temel alan seslerin harflerle temsiline dayalı fonetik olan için, diğerlerinin yanı sıra, runik yazı ile Fenike , Grek , Latin , Orhun , Arap ve Kiril alfabeleri örnek olarak verilebilir. İdeografik veya logografik olan içinse, görselliği temel alarak varlıkların grafik gösterimine dayalı Sümer, eski Mısır ve Çin yazısı gibi yazılar örnektir.

Bu iki yazı biçimi ele alınarak yazının uygarlıklarla olan ilişkisi değerlendirile bilmektedir. Bundan da anlaşılıyor ki iki yazısal kategori, Batı ile YakınOrta ve Uzak Doğu coğrafyalarındaki eski imparatorluklar üzerinden zımnen de olsa uygarlık oluşumunda önemli roller üstlenmiştir.

Öte yandan, kâğıdı ve kâğıda baskıyla (presle) yazı kayıt tekniğini Çinlilerin bulmuş olmasına karşın, hızlı ve ucuz basım işini yapan matbaa makinesini keşfedenin Alman Gutenberg olmasının nedeni Çin yazısının logografik özelliğinin tekrarlı, hareketli metalik hurufat a dayalı sayfa düzlemesinde kolay ve hızlı yapılabilen bir mürettiplik (dizgicilik) işine izin vermemesidir. Daha açık, net ve doğrudan bir anlatımla, dilsel varlıklar simgelerle temsil edilirken yazı da harf kullanmakla grafiksel şekil kullanmak arasında basit bir şeymiş gibi görünen bu nüans, kelebek etkisi yaratan sonuçları ile Batı uygarlığına, en azından 500 yıllık bir dönem için, Doğu ya üstün gelmeyi sağlayan tarihsel bir ortamın oluşmasına olanak vermiştir.

***

Konuya bu bağlamda Türkî ve Osmanlı tarihselliği açısından bakıldığında, tarihin her döneminde kullanılmış olan yazıların fonetik kategorili yazı , yani çeşitli alfabeler olduğu görülür. Ancak, bu yazı tipini, yani alfabeleri kullanan diğer Avrupalı ulusların çoğunun tarihte Osmanlı ya göre çağdaşlaşma sürecinde önde yer tutmuş oldukları da bilinmektedir.

Bu bakımdan, bu ulusların uygarlıkta ilerleyişinde yazı tipinin etkisinden öte esas etkinin, basım işinin kolaylığı (ekonomikliği) dolayısıyla kitabın yaygınlaşmasının bir sonucu olarak okur-yazarlık düzeyinin artışından ileri geldiği kolayca ve açıkça çıkarsana bilir. Böylece, Osmanlı’nın fonetik yazı kullanımı bakımından Avrasya uygarlığı karakterine iye olmasına karşın çağdaşlaşmadaki gecikmişliğigöçerlikten yerleşikliğe geç geçmiş olması nedeniyledir.

Sonuç olarak denilebilir ki, Osmanlı’nın kırsal bir topluluk olma sunucu geciken basımcılık işinden dolayı kırsal-sözel toplum aşamasından kentsel-okuryazar toplum aşamasına geç geçmişliği, aydınlanmayı Batı ile eş zamanlı olarak içselleştirilememesindeki temel etmendir .

Ayrıca, iki yazı tipinin insanın evrimsel süreci içinde ortak bilincimizi nasıl etkilemiş olabileceği hususunun sorgulanarak değerlendirilmesiyse bu diziden ayrı olan bir denemenin konusu olduğunu da burada yeri gelmişken belirtmekte yarar görmekteyim.

Kaynaklar

1.      http://kadikoydusunceplatformu.blogspot.com.tr/2016/11/osmanl-tarihi-ve-tarihin-paradigmik.html

2.      http://dagarcikturkiye.c