Stigmerji olgusunun sosyal içerikli
boyutunu inceleyen yazarların sayısı az olmamakla birlikte bunların içinde önde
gelenlerden biri şüphesiz ki Francis Heylighen’dir (**).
Sibernetikçi olarak ün yapmış olan F. Heylighen Belçika Brüksel Vrije Üniversitesi’nde Araştırma Profesörü olarak Evrim, Karmaşıklık ve Biliş grubunun çalışmalarını yönetmektedir. Derlemsel anlak, karmaşık
uyumlu dizgeler, biliş, öz örgütlenme ve stigmerji konularındaki çalışmaları
ile dikkatleri dünyaca üzerine çekmiş bir akademisyendir. Stigmerji konusunu işlediği aşağıda URL’si verilen makalesinde (***)
kavrama ilişkin çeşitli yönlere değinmektedir.
Önceki yazıda da belirtildiği
gibi stigmerji, öz koordinasyon, yani bir olayda dıştan bir
etkiye gerek duyulmadan eylemci (fail, ajan) tarafından bırakılan bir iz aracılığıyla oluşan endirekt
koordinasyon ile kendisi ve öteki ajanların sonraki işlemi kendiliğinden
yürütmesi fenomenini temsil eden kavramı ifade eden terimdir. Kavramın her tür
sürece olan uygunluğu nedeniyle kısa süre içinde pek çok alanda uygulama bulmuş
olması son derece dikkat çekici bir olgudur. Bu doğrultudaki gelişmeler
sonucunda sosyal hareketlerin yönlenmesi de stigmerjik
dizgeler bağlamında açıklanmaya başlanmıştır.
Bu kapsamda da, daha önce
vurgulandığı gibi, stigmerji, «Occupy Movement” («İşgal Et Hareketi”) gibi yeni sosyal hareketler bağlamındaki açıklamalar için
kullanım bulmuş olan biyo-mimikrik (canlılığı taklit eden anlamına
gelmektedir) bir modeldir (***). Bu konuda çalışmalar
yapan çeşitli «think-tank” ve akademik etkinlik
gruplarından söz etmek olanaklıdır. London School of
Economics’te profesör olan David Graeber (****) konunun uzmanı
olarak tanınmış bir akademisyendir. Çalışmalarında tedhişçi olmayan direniş hareketleri diye tanımladığı yeni sosyal hareket tipinde hiyerarşik
yapının reddi olan anarşist anlayışın etken olduğunu, yani pratik
olarak belirtmek gerekirse olayı hiyerarşik olgu olmadan etkinleştiren
şeyin stigmerjik dizge olduğunu savunmaktadır.
Öte yandan, «İşgal Et Hareketi”nin de dahil olduğu yeni sosyal hareketler olarak bilinen, günümüz
sosyoloji incelemelerinin odağına yerleşmiş bu görüngeyi (fenomeni), «eski” olan yerine «yeni” olan bir paradigma üzerine oturtan ise Alman sosyolog Claus Offe (*****) olmuştur. C. Offe konuyu çerçevelerken değişmiş olan yeni aktörleri (ajanları) şöyle
tanımlamaktadır: Bunlar hiyerarşik bir grup olmayıp belli bir konu çevresinde
kendiliğinden bir araya gelerek oluşmuş etkin birlikteliklerdir.
Bu tam da stigmerjik oluşumun bir ifadesidir ki kitabın orijinalinin Fransızca olarak 1982’de yayımlandığı dikkate alınırsa stigmerji teriminin neden kullanılmamış olduğu anlaşılır. Belirtidiği
gibi terim 1959’da bulunmasına karşın biyoloji
alanı dışında 1990’lar sonrasında genel kullanıma
girmiştir.
İncelememizin gelinen bu
aşamasında sosyal hareketleri 1960’ların son çeyreğinden beri «eski” ile «yeni” şeklinde ayırmakta olan paradigmal değişimin kavramsal arka planına değinmekte yarar vardır.
Tarih yapıcı olay nişleri
olarak «Yeni Sosyal Hareketler”, halen 90’lı yaşlarını idrak etmiş olan Fransız sosyolog Alain Touraine’nin çok boyutlu ‘68 Hareketi’ni açıklayabilmek amacı ile Marksist terminolojiden ayrılarak «sosyal sınıf « kavramı yerine «sosyal kimlik” kavramı üzerine inşa
ettiği kavrayışı ifade eden bir terimdir.
Böylece toplumsal hareketlerde sınıfsal ve «dikey hiyerarşik” eylem oluşumu yerine kimliksel ve «yatay ağsal” eylem oluşumu olgusuna yer
vererek politik-ekonominin olaylardaki sınıfsal tekli boyutlu yaklaşıma karşılık sosyal-kültürel olayların kimliksel çoklu boyutlu yaklaşımını getirmiştir.
Bu yaklaşımın da daha önceki
tarihsel kökenine inildiğinde, sonunda evrimci Veblenyan anlayışın özündeki
ekonomik-sosyal politika olarak hem sermaye sınıfına hem de merkezileşmenin
göstergesi olarak aylak sınıfa karşı olan «kurumsal iktisat” olgusunun izlerini bulmak
olanaklıdır.
Denilebilir ki genelde, 19. Yüzyıl ortasından, daha kesin
bir tarihle 1848’den itibaren sosyal
hareketlerin «eski” açıklaması fiziksel Newtonyan, yani deterministik bir dünya görüşü zemininde
kurgulanırken, 1968’den beri gündemde olan «yeni” açıklama bunu biyolojik Darwinyan olasılık üzerine kurulu nedensellik zemininde yapmaktadır.
Maddenin bir hali olarak
gazlarda makro büyüklükler olan basınç ve sıcaklığı molekül düzeyindeki
hareketliliğin istatistiksel hesabı ile tanımlayan Ludwig Boltzmann’ı bu vesile ile anmadan geçmek
istemiyorum. Boltzmann’ın 19. Yüzyıl sonlarında Newtonyan
mekaniğe dayanan gaz termodinamiğini moleküler
durumların istatistikî bir toplamı olarak
açıklayıp olasılığı fiziğin gündemine getirdiği
gibi şimdi de 20. Yüzyıl’ın son on yılından bu yana
tarihi başlatan olayların açıklanması stigmerjik olgular, yani eşdeğer tekli durumların
istatistiksel kümülâsyonuna dayandırılmaktadır. Böylece de
bilimlerin genelindeki açıklamalar için kesinlik üzerine kurulu nedenselliğin yanı sıra artık olasılıksal nedenselliğin de rahatlıkla kullanım bulduğunu söyleyebiliriz.
________________
(*) Devam edecektir.
Mustafa ÖZCAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder