Osmanlı
Tarihi Ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -Xıx-
Mustafa ÖZCAN
Tarihin yörüngesindeki önemli olayları diyalektik bakış ile karşıt
tezli ve holistik olarak çok yönlü değerlendirmenin paradigmik ilkelere ulaşmak
için ne denli verimli olabileceği hususunu görmek için bunu tarihi öneminin
büyük olduğunu düşündüğüm örnek bir olayı ele alarak yapmak istiyorum: Nizip
Savaşı
Nizip Savaşı (Muharebesi), 1839 tarihinde Nizip‘te Mısır ile Osmanlı arasında
meydana gelmiş kapsamı ve sonuçları geniş olmuş, ama buna karşın kendisi çok
büyük olamayan bir muharebedir. Bu savaş, isyan ve bastırma şeklinde karşı
karşıya gelen taraflar arasında olayın ilk aşamasını oluşturmasa da, bir
imparatorluk devleti ile ona hıdivlik olarak bağlı büyük özerk bir
“devlet” arasında olan merkez-çevre ilişkilerinin diyalektiği bağlamında
çok öğreticidir. Ama her şeyden önce de merkez aleyhine bozulan
ilişki dengesinin sonuçlarının nerelere kadar varabileceğini göstermesi
bakımından öğreticidir.
Nizip ovasında, Mısır hıdivi Kavalalı
Mehmet Ali Paşa‘nın oğlu İbrahim Paşa komutasındaki Mısır ordusu
ile Hafız Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu
arasında yaşanan savaşta Osmanlı üç saat içinde ciddi
bir yenilgiye uğramıştır. Osmanlı Devleti‘nin
parçalanmasını o dönemde istemeyen ve savaştan altı yıl önce Rusya ile 1933’te
yapılmış askeri yardım konusunu kapsayan Hünkar İskelesi Anlaşmasından
hala rahatsız olan Birleşik Krallık ve Avusturya, duruma müdahale
etmek için donanmalarını İbrahim Paşa’nın deniz ikmal yolunu kesmek
üzere Mısır ile Suriye arasındaki bölgeye
göndermiştir. Müdahale sonrasında İbrahim Paşa Mısır‘a
geri dönmek zorunda kalınca Osmanlı Devleti bir bakıma
dağılmanın eşiğinden geri dönmüştür.
Bu olay 19. yüzyıl‘da Devlet‘in
kendi eyalet valisine hükmedemeyecek kadar aciz içinde
olmasını göstermesi bakımından önemli olduğu kadar amaç içeriği yönü ile
de Osmanlı’nın Hıristiyan Avrupa’daki gerilemesini
başlatan II. Viyana Kuşatması’nın dinsel boyutlu antitezi
niteliğindedir. Çünkü Osmanlı Müslüman toprağı olan Ortadoğu’da
başka bir Müslüman ülke tarafından geriletilmeye başlamıştır.
Ayrıca olay, Osmanlı‘nın iç sorunuyken uluslararası bir
sorun haline gelmesi yönüyle bu tür konuların holistik karakterini
göstermesi bakımından da dikkat çekicidir.
Bu olayın başka bir yanı
da, Hafız Paşa’ya savaş danışmanlığı yapmak üzere Prusya
Krallığı tarafından gönderilmiş, sonraları en uzun süreli Alman
Genelkurmay Başkanı ve feld mareşali olacak
olan Kurmay Yüzbaşı Helmuth von Moltke ve
kurmaylarının muharebede fiilen yer almış olmalarıdır. Savaş sonrası
güçlükle İstanbul’a ulaşabilen Moltke’nin Saray’a
verdiği raporun savaşa katılan bazı paşaların hıyanet nedeni ile idam
edilmelerine yol açması da II. Mahmut’un Prusya askeri
kurmayına olan güvenini göstermektedir.
Ayrıca o sırada ölen II.
Mahmut yerine geçen Abdülmecit’in savaşta Osmanlı ordusu
yanında gösterdiği başarılı mücadeleden ötürü Kürt Bedirhan aşiretinin reisi ve komutanı Bedirhan
Bey’e paşalık unvanı vermesi de Osmanlı tarihinde
ilk olan bir şey olması yönü ile konunun öteki bir yanı olan,Türk-Kürt toplumun
dayanışmasının önemini ortaya koymaktadır.
***.
Moltke, Bismarck ve Roon ile birlikte Alman
İmparatorluğu’nun Prusya kökenli askeri güçlerce 1871’de
kurulmasında başrolü oynayan kurucu askeri triumvirayı oluşturacak
olan komutandır.
Ancak diğerlerinden entelektüelliği yönü
ile oldukça ayrıktır
Entelektüel bakımdan Moltke, müzik,
şiir, sanat, arkeoloji ve tiyatro severliğinin yanı sıra bir ressam, bir yazar
ve bir devlet adamı kişiliğine sahip olması nedeniyle tarihte dikkatleri
üzerine çekerek öne çıkmış çok yönlü bir kişiliktir. Almanca, Danca, İngilizce, Fransızca,
İtalyanca ve İspanyolca gibi Hint-Avrupa dillerinin
yanında Türkçeyi de konuşuyor olması O’nun gerçekten
evrensel niteliklere sahip olduğunu göstermektedir. 1834’te
geldiği Türkiye’den 1840’taki dönüşüne kadar geçen
zaman içinde başından geçen olayları topladığı, Türkçeye “Türkiye Mektupları”
adı ile çevrilen anılar kitabını kafasına fes geçirerek Berlin’de
halka anlatması bu kişiliğinin bir dışavurumu olmalıdır. Ama öte yandan Danimarkalılık
kökenine ve geçmişine karşın bir Alman muhafazakârı olduğunu
da yeri gelmişken belirtmeden geçmemek gerekir. Bu durum Moltke’nin
kariyer kapsamının genişliğini ve derinliğini anlatmaktadır. Bu genişlik ve
derinlik holizmi O’na olağanüstü başarılı bir askerlik
ve devlet adamlığı kariyeri sağlamış olmalıdır.
Benim bu makalede diğer belirttiklerimin
yanı sıra amacım konulara diyalektik ve holistik tarzdan
bakılması gerektiği konusuna mümkün olduğunca vurgu yapmak olduğundan, bu tür
yaklaşım şeklini veren bir örnek olarak entelektüel Moltke‘nin Osmanlı’daki
kurmaylığı sırasında ülke hakkında bütünsel yaklaşımlı saptamalarının
uzun dönemli tutarlılığına ve derinliğine dikkat çekmek istiyorum.
Bu nedenle de bu bağlamda son
olarak Moltke‘nin genç bir kurmay iken 1934’te Almanya’ya
gönderdiği bir raporda Osmanlı’nın durumu hakkında hayret veren
tutarlıktaki kehanetler gibi anlatan bu genel saptamalarından bazılarını
aktarıyorum:
“İktisadiyat,
toprak mülkiyeti olmamasından ve üretim düşüklüğünden dolayı dibe vurmuştur.
Yetmiş bin kişilik yeni ordu komutanları yönü ile eskidir ve koskoca imparatorluğun
her yanına erişmek durumundadır. Eyalet ve sancaklar iyice bağımsızlaşmış
ve Bab-ı Aliye karşı güçlenmiştir. Payitahtı korumak
için gelen yüzelli bin kişilik Rus ordusunun Anadolu yakasına
konuşlanmasına rıza gösterilmiştir. Bu durum ülkede çok büyük hoşnutsuzluk
yaratmıştır. Osmanlı artık bir prenslikler, dukalıklar, valilikler yığınıdır.
Bu hal yakında imparatorluğun sona ereceğini anlatıyor gibidir! “
Devamı gelecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder