Osmanlı
Tarihi Ve Tarihin Paradigmik İlkeleri –Xxı-
Mustafa ÖZCAN
Orta
Asya tarihinin derinliklerinden
gelen Osmanlı’nın fetihçi anlayışı ile Batı tarihinin yüzyılları aşan, İngiltere’nin temsil
ettiği Avrupai tarzdaki kolonyal anlayışının ortak siyasi
zeminde iki tezat emperyal sistem mahiyeti
ile genel tarih açısından ve
diyalektik yaklaşımla kıyaslanması bu deneme çalışmasının asli konusudur.
Denemede, konuyu “holistik düşünce” temelinde ele alarak
buradan tarih bilimi için
aranan yol gösterici paradigmik
ilkeyi ortaya çıkarmak esas amaç olmakla birlikte yapılan
irdelemeler ile konunun okuyanda başkaca düşünsel arayışlara yol açması da
diğer bir amaçtır.
***
Osmanlı’nın askeri düzene dayanan fetihçiliği, İngiltere’nin sömürüye dayanan kolonyalliği ile kıyaslandığında
ilk aşamada göze çarpan başat
imleç, her iki emperyal sistemin tarihsel genişlemesindeki coğrafi gelişme yönünün ortaya koyduğu
durum ve bunun doğal bir sonucu olarak tarih içindeki önemidir.
Eski Dünya’daki emperyal
sistemlerin uzun dönemli doğrultusunun, imparatorlukların genişleme
hareketi içinde genel hatları ile incelenmesi, bunların coğrafyadaki
yönünün fetihçilerde Doğu-Batı ekseninde, buna
karşın kolonicilerde Kuzey-Güney ekseninde olduğu
şeklindeki bir saptamanın yapılmasına yol açmaktadır.
Bu durumu, yani emperyal genişlemenin yönünü belirleyen
şeyi, fetihçilerde,
ilginin talanla sağlanacak ganimet beklentisi olmasından
ötürü zenginliklerin hazır olduğu coğrafyaya
doğru olmasına karşılık kolonicilerde
ilginin kendi fiziksel üretimleri için
gereken girdileri sağlayan
kaynakların emre amadeliğinin olduğu yerlere doğru yönelmiş
olması açıklamaktadır.
İnceleme derinleştirildiğindeyse, Eski Dünya, yani Afro-Avrasya tarihinde Kuzey-Güney yönündeki kolonyal-emperyal genişlemenin,
toplumlarda yaşam-geçimsel
zenginliğin, yani gönencin
başat sosyo-psişik bir etmen olarak kabulünün önemli rol
oynamaya başlamasından kaynak aldığı sonucuna varmak olanaklıdır.
Ayrıca, Kuzey’in yaşam-geçimsel zenginliklerinin, jeosferin on binlerce yıllık süreden beri
gelen ekolojik durumun
sonucu olması, bunun artık, statik, değişmeyecek
bir durummuş gibi kabul
edilen bir algıya dönüşmüş olmasına da yol açmıştır.
Öte yandan, Eski Dünya coğrafyasındaki tarihsel-ekonomik dönüşümler, diyakronik olarak incelendiğindeyse, ekonomik gönenç ve zenginlik kaynaklı uygarlaşmış olma halinin Avrasya tarihinde, Doğu-Batı ekseninin iki ucu olan Avrupa ve Çin arasında, biner yıllık periyotlar halinde
gidip gelen salınımlı-değişkenlikteki
tarihsel bir olguyu da oluşturduğu
anlaşılmaktadır.
Bu iki antik uygarlık kutbu arasındaki böyle bir durumun
ortaya çıkışının ardında ilkin, karaların büyük bölümünün esasen Kuzey yarıkürede bulunuşunun olduğu ve ikincileyinse, Güney yarıküre ile kıyaslandığında Kuzeyde kıtaların jeofiziksel olarak dikine olmak yerine enine olan bir yayılma
göstermekte olmasından ileri geldiği bilinmektedir.
Böylece, Eski Dünyanın, bir başka ifade ile Afro-Avrasyanın, Kuzey yarıkürede 30-40 derece paralellerini
kapsayan, uzunluğuna 20 bin km’lik
sürekliliği olan Doğu-Batı doğrultusundaki
bu arazi bandı, insanın doğa ve yaşayışına en uygun ısı, yağış, yüzey şekilleri ve iklim özelliklerini bir araya getiren dünyada en geniş kıtasal coğrafyadır.
Bu jeofiziksel oluşum, gezegenimizde yerküresel tektonik hareketlerce belirlenmiş, arkaikten beri var
olan, antropomorfik-ekoloji özelliklerine,
yani “Afrika savanı” tipine sahip, ayni
zamanda Ortadoğu’nun verimli ayçasını (münbit hilal) da içine alan, Avrasya’nın Doğu-Batı eksenindeki “Kıtasal Yaşam Kuşağı”dır.
Ayrıca bu oluşum ayni zamanda,
insanoğlu için en geniş ve en uygun iklimsel ve yer-yüzeysel özellikleri sunan “ilksel uygarlık beşiği” tanımlamasını
da hak etmektedir(*).
____________
(*) Devam edecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder